Barajlar ve Çevre Tahribatı

İlber ORTAYLI

1950'lerin Türkiye'sini hatırlayan bizim kuşağın "baraj" diye bildikleri Ankara'nın suyunu sağlayan Çubuk Barajı'ydı ve biriken su artık yetmemeye başlamıştı. Ülkenin elektrik ihtiyacını temin edecek kaynaklar sınırlıydı. Kontrol altına alınması gereken, dahası debisi mevsimine göre değişen nehirler sulama için de kullanılır hale gelmeliydi.

Adnan Menderes iktidarında baraj mühendisleri ortaya çıktı. Doğrusu asırlık Teknik Üniversite'nin iyi mühendis yetiştirdiği görülüyordu. Türkiye umut bağlayacağı yeni bir gruba sahipti. Bir müddet sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi kuruldu. Dışarıda eğitim görenler de onlara katıldı. 1950-60 arası Celal Bayar'ın "bizim su müdürü" dediği Süleyman Demirel gençti, bilgiliydi, işini takip ediyordu, barajların başındaydı.

Sarıyar Barajı ortaya çıktı. İç Batı Anadolu'nun bu göz kamaştıran eseri elektrik üretiyordu. Hükümet övünüyordu. Ardından Hirfanlı baraj gölü teşekkül ettirildi; daha düzenli elektrik ve sulamayı öngörüyordu. Seyhan Barajı iktidarın çok "böyyük" projesiydi.

Uygarlığın iki yüzü
Muhalefet bu büyüklüğün karşısında susmadı; "Suyu tutan dağı ve etraftaki tepeleri köstebekler delince bentler çökecek, sular her tarafı basacak" diye feryat ettiler. Tabii bu olmadı ve baraj projelerine karşı da muhalefetin ciddi bir tenkit ve alternatif proje üretemediği anlaşıldı. Birçok düzeltilebilir yanlış bizim tarihimizde muhalefetin ciddiyetsizliğinden dolayı uygulamaya konmuştur.

Bizim gençliğimizin Türkiye'si sıkıntı ve enflasyonla boğuşmaya başlamıştı, bunun önemli bir nedeni uzun dönemli baraj yatırımlarıdır. Keban Barajı doğuyu elektriğe kavuşturacaktı ama batıyı kavuşturduğu açık; bir de baraj çevresindeki her sınıf halk arazi istimlak bedeliyle akçalandı, ne yapacaklarını bilemedikleri bu paraları harcamakta kendilerine yardım edenler çıktı. Ünlü Evliya Çelebi'nin deyişiyle; "esnaf-ı melunan-ı menhusan" denen tipler bölgeye akın etti. Su yükselmeye başlayınca insanlar kaybolan köylerini ve mezarlıklarını sabitleşen gözlerle seyrettiler. Derken bugün dahi herkesi dehşet ve hayranlığa düşüren Atatürk Barajı; "Türkiye suyumuzu götürüyor" diye feryat eden Arap devletleri ve sayısız arkeolojik kurtarma çalışmaları ve nihayet yeşeren Harran Ovası....

Uygarlığın bir yüzü tatsızdır ama öbür yandan 1960'lar Türkiye'sinin karanlık kasabaları aydınlandı, hatta köyler elektriğe kavuştu. Sanayinin yapısı değişti, televizyon eğrisi doğrusuyla her eve girdi. Elektriği şelalelerden veya petrolden değil, Ferhat misali dağları örerek elde eden bir toplum olduk.

Asıl facia Çoruh Vadisi'nde

Mühendislerimiz gururluydu, haklıydılar. İşte insan yapısı ve iktidar hissinin dönüm noktası böylece nihayet ortaya çıktı. İnsanlar durmayı bilmez. Baraj histerisi başlamıştı; bol alüvyonlu sulardan dolayı ancak 20-25 yıllık kullanımı olan barajlar önce eski eserleri, güzelim bahçeleri, fauna ve florası ile yani hayvan ve bitki örtüsüyle Fırat kıyısındaki muhteşem Halfeti'yi sulara gömdü.

Diğer bir projeyle eski çağların Zeugma'sı su altında kaldı; Halfeti'ye ses çıkarmayanlar beynelmilel ekran karşısında iyi "show" yaptılar doğrusu. Neydi o bazılarının taktıkları, "rescue team" yazılı pazubentler! Sonra bir yeni baraj projesiyle Hasankeyf beynelmilel bir karşı kampanyaya konu oldu.

Asıl facia Çoruh Vadisi'nin sular altında kalacak olmasıdır. Zamanları ve medeniyetleri temsil eden bir sürü orijinal eser, nadir bitki ve hayvan cinsleri yok olacak. Telafi edilemeyecek doğanın yanında, Yusufeli'nin ve vadinin orjinal folkloru, bu folkloru yaratan sevimli köylüler orayı terk edecekler. Barajın üretim süresi de boyu posu ve kapsadığı alanla pek münasip değil.

Artık baraj yoluyla pahalı ve geçici elektrik elde etmek çılgınlığından vazgeçmeli; daha ciddi, etkili ve uzun ömürlü üretim sağlayacak kaynakları yaratma konusunda düşünmeliyiz. Türk mühendisleri niteliklidir. İki asırlık eğitim ve birbiriyle rekabet eden tanınmış eğitim kurumları Sibirya'yı, Orta Asya'yı, Ortadoğu'yu fetheden projeleri gerçekleştiriyorlar. Mesleklerini biliyorlar.

Ama şurası gerçek, beş sene Gümüşsuyu'nda, Maçka'daki okullarında okuyanlar Galata Köprüsü'nü geçip eski İstanbul'un zenginliklerini taramış değillerdir. İçlerinde Ayasofya ve Süleymaniye'ye gitmeyenler vardır. Bazıları için maalesef geldikleri güzelim köyler sadece sıkıntı ve bakımsızlık demektir.

Bize düşen görev

Projelerinde ve hesaplamalarında o toprağın altı ve üstünü çok hesaba katmazlar. Nitekim bazı ünlü mimarlarımız için de İstanbul'un ahşap konaklarının gençliklerinde oda oda kiracı olarak oturdukları sıkıntılı günlerle eşanlamlı olması gibi. Onlar için Süleymaniye sıkıntılı gençliktir. Fatih'i dönmemecesine terk etmişlerdir. Projelerinde ve düşünce dünyalarında bunlar güzellik değil, sıkıntılı unsurlar olarak yer alır.

Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi yeni kurulan üniversitelerin arkeoloji bölümleri için örnek sayılacak bir çalışma başlattı. Bergama civarındaki Allianoi... Roma çağının Batı Anadolu'sunda çok ünlü bir kaplıcaydı. Roma tedavi sisteminin nadide örneklerini her yanında görüyorsunuz.

Allianoi kaplıcalarının geçirdiği ilk tahribat Özel İdare eliyle oldu. Şimdi ise yakınında yükselen baraj buraları da yutacak ve o güzel çevre bir daha görülmeyecek. Dr. Ahmet Yaraş ve ekibi hiç yüksünmeden her gelene kalıntıları gösteriyor ve barajın durdurulması için talepte bulunuyor. Çevreye dikkat ediyorlar ve restorasyona önem veriyorlar. Kampanya afişleri her yeri sarmış.

Doğrusu Roma uygarlığının her iyi korunmuş kalıntısı bizim gibi imparatorluk çocukları için bir görev olmalı. Ecdadın fethettiği ülkenin güzelliğini de hissetmeliyiz. Çünkü burası çok güzel bir yurt parçası. Allianoi faciasından dönüş yok gibi. Üretilecek enerji de zamanı ve miktarı itibarıyla hiç de alkış tutulacak şey değil. Bu baraj isterisinden kurtulmanın zamanı geldi. Lütfen artık güzellikleri gömmeyecek, muassır teknolojilerden istifade edelim.

Milliyet gazetesi
25 eylül 2006